7 Haziran seçimlerine doğru geri sayım çoktan başladı, hal böyle olunca da seçim tahminleri ve sonrasına dair senaryolar politik tartışmaların merkezine oturdu. Bu tahminler ve tartışmalar, yakın zamanın politik dalgalanmalarına, denklemin değişen unsurlarına ve partilerin seçim kampanyalarına bakılarak yapılıyor.
İktidar kanadının kampanyasında cumhurbaşkanlığı seçimindeki stratejiyi takip eden bir hat göze çarpıyor. Parti içindeki kimi muhaliflere rağmen, Erdoğan’ın başkanlık sistemi ısrarı Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) seçim kampanyasının önemli bir kısmını kapladı. Birkaç istisna dışında iktidar partisinin önde gelenlerinin ve özellikle de Davutoğlu’nun seçim öncesinde Erdoğan ile çatışma görüntüsü vermek istememesi nedeniyle parti tabanında AKP’nin ve Saray’ın taleplerinin birebir örtüştüğü izlenimi yaratılıyor.
Halbuki durum oldukça farklı. AKP, Erdoğan’ın bilhassa son dönemde izlediği siyasi stratejinin ve üslubunun partiye zarar verdiğini çoktan fark etmiş durumda ancak kitle üzerinde nüfuzu bu denli güçlü olan bir ismi karşılarına almaktan belli ki çekiniyorlar. AKP yönetiminin, muhtemel oy kaybının büyüklüğüne göre Erdoğan ile arasına “mesafe” koyma eğilimi artacak gibi.
Öte yandan AKP, hem milletvekili adayları hem de seçim kampanyası açısından 2007 ve 2011 genel seçimlerine oranla etkinlik dozu daha düşük bir performans sergiliyor. Parti kadrolarının seçime asılma istekleri ve Erdoğan’ın hedef olarak koyduğu çıtayı aşma umutları güçlü değil.
Erdoğan seçim öncesinde Türkiye kamuoyunun yeteri kadar “heyecanlı” olmadığını ileri sürerken aslında AKP’yi gözlemleyerek konuşuyordu. Yoksa muhalefetin özellikle de Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) dinamik ve etkin bir kampanyayı çok merkezli ve çok aktörlü yürüttüğü ve bunun karşılığında hak ettiği ilgiyi gördüğü yadsınamaz.
Erdoğan’ın devlet hazinesinden finanse edilen ve alelacele kotarılmış açılışlarla “sahaya” inerek AKP’nin arkasını toplamaya çalışması sadece Erdoğan’ın meydan tutkusundan kaynaklanmıyor.
Belli ki Erdoğan AKP’nin kurmaylarına güvenmiyor. İktidarın kampanya performansının düşüklüğünde hangi etkenlerin rol oynadığına ayrıca değineceğim ama öncelikle 2002’den bu yana AKP’nin seçim kampanyalarında ne değişti ne aynı kaldı ona bakmanın faydalı olduğunu düşünüyorum.
“Kaybolan” adalet
AKP seçim stratejileri, partinin geçirdiği dönüşüme koşut olarak farklılık arz etti. Ancak her bir seçim döneminde AKP’liler kendisine oy verecek kitleyi yakalamanın bir yolunu buldu.
2002 seçimlerinde AKP için önemli olan kendi varlığını tanıtma ve onaylatma üzerine kurulmuş bir seçim kampanyasını yürütmekti. Üçlü koalisyonun geniş kesimlerde yarattığı hayalkırıklığını ve 2001 krizinin yıkıcı etkilerini kullanan AKP, “adalet” ve “istikrar” vaat ediyordu. İstikrar vurgusu partinin seçim kampanyasında 2002’den bu yana devam ediyor ancak ilk kullanıldığından epey farklı bir içerik ve çağrışımla.
Başta istikrar, ekonomik kalkınma için bir önşart olarak sunulup reformların sürekli bir biçimde uygulanması iradesine gönderme yaparken bugün için otoriter bir yönetimin siyasi çıkarlarına uygun biçimde yeniden kurduğu düzenin sarsılmaması anlamına geliyor.
Bir başka deyişle istikrar sadece kazananların kazanmaya devam etmesi ile özdeşleşiyor. Partinin 2002’de sıkça vurguladığı “adalet” ise artık seçim kampanyalarının bir parçası değil. Adalet, hem birincil anlamında hem de sosyal ve ekonomik ilişkilerde bölüşüme dair hakkaniyet bağlamında AKP iktidarının son dönemlerinde daha önce eşi görülmemiş ölçüde tahribata uğradı.
AKP’nin sosyal yardım başlığı altında hayata geçirdiği mekanizmalar ise yine kendinin yürütücüsü olduğu neoliberal politikaların yol açtığı eşitsizlik ve hak kayıplarının isyana dönüşmesini ve sistemi zorlamasını engellemek üzerine kurulu.
AKP’nin etrafında hem siyasi hem de iktisadi olarak güç kazananlar ile partiye oy veren yoksullar ve emekçiler arasındaki farkın belirginleşmesi “adalet” talebini çoktandır bir muhalif başkaldırışa dönüştürdü.
Bedeninde devlet taşımak
AKP ilk kurulduğunda Milli Görüş içinden kopan “yenilikçilerin” oluşturduğu ve başını güç dengeleri açısından birbirine yakın isimlerin çektiği bir parti görünümü veriyordu. Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Erdoğan arasında güç kapasitesi açısından epey bir yakınlık vardı.
2002 kampanyasında görsel seçiminde AKP, Erdoğan’ın yüzünü ve evet mührünü kullanıyordu. Çünkü Erdoğan’ın o dönemde yasaklı olmasına binaen Erdoğan afişleri partinin müesses siyasete meydan okuma iddiasının bir parçası olarak kitlelere sunuluyordu.
Erdoğan tüm ülkeyi profesyonel fotoğrafçı eşliğinde gezdi sonrasında tüm o fotoğraflar seçim kampanyasında kullanıldı.
2007’de ise artık Erdoğan, Menderes ve Özal ile “milletin adamları” olarak billboardlara çıkıyordu. Gül, Cumhurbaşkanı olduktan sonra beklenenin aksine Erdoğan’ın ağırlığı daha da artmıştı. Erdoğan seçim kampanyalarında kendini doğrudan sağ geleneğin liderleri ile özdeşleştiriyordu.
Türkiye sağının “milli irade” vurgusu, AKP’nin hem 2007 hem de 2011 seçimlerinde ana tema olarak sıkça işlendi. Demokrasiyi çoğunlukçuluğa indirgeyen siyasi dil, AKP’yi her türlü denetimden azade kılınması gereken bir iktidar olarak kodluyordu.
Zamanla Erdoğan’ın tekadam olma isteği AKP’yi de onun gözünde işlevsel bir mekanizmaya indirgedi. Bugün AKP’nin kullandığı görsel malzemelerde Davutoğlu fotoğrafları kullanılıyor; evet mührü de Davutoğlu fotoğrafının altında.
Öte yandan “açılışlar” vesilesiyle Erdoğan kendini tüm kamusal alanlarda bir iktidar sembolü olarak imgesel düzlemde yeniden var ediyor. Artık ilk dönemlerdeki gibi kendi meşruiyetini destekleyecek siyasi portrelere ihtiyaç duymuyor.
Partinin kurucu kadrosu da çoktan fotoğraf karesinin dışında kaldı. Davutoğlu ise tüm bu denklemde icracı vaatlerin sürdürülmesinden sorumlu bir bakan gibi resmediliyor.
Asıl olan Erdoğan’ın Saray’dan aşağıya bakan ve kendi bedeninde milli iradenin tecelli ettiğine inanan varlığı. Bu varlık, 2015 genel seçimi öncesinde muktedir bedeninin devlet ile özdeşleşmesinin kanıtı olarak tüm güç sembollerini kendi elinde tutmak arzusunda.
“Onlar” konuşur…
Genel seçimler öncesinde “başkaları konuşur AK Parti yapar” sloganı etrafında örülen kampanyayla AKP, Türkiye merkez sağının temel seçim stratejisini ve 2007 ile 2011 genel seçimlerindeki kampanyasının genel eğilimini muhafaza ediyor.
Fakat bu sefer tüm siyasi rakiplerini “beceriksizlikle” itham eden “onlar” kategorisini kampanyanın içerisinde asli bir unsur olarak kullanmışlar.
Her ne kadar Erdoğan ve AKP’nin sözcüleri, muhalifleri “bir koyun dahi güdememekle” itham etmekten hiç vazgeçmemişlerse de kampanyada “onları” kullanmak yerine doğrudan ve yalnızca kendilerine referans yapmayı tercih ederlerdi.
Burada gözlemlendiğimiz değişim, muhalefetin siyasi nüfuzunu AKP’ye meydan okuyacak düzeyde arttırmasından kaynaklanıyor.
İktidar tarafından hizmet ya da icraat olarak tarif edilen şey, maddi olarak gözlemlenen ve bu haliyle izleyen de hayranlık uyandırması beklenen faaliyetlere indirgendi. AKP bu taktikten epey de oy devşirdi.
Demokratik reformlar, sosyal adalet ya da özgürlüklerin alanını genişletmeye yönelik uygulamalar “icraat” ve “vaat” başlığının dışında kaldığından artık iktidarın seçim kampanyasının bir parçası değil.
İktidarının ilk iki döneminde reform sözü veren iktidar zaten bugünlerde başkanlık sistemi dışında bir “reform” vaat edecek durumda değil. AKP’nin kampanyasında altyapı yatırımları, tüm ekolojik ve sosyal etkilerinden kopartılarak salt iktisadi bir büyüklüğe dönüştürüldüğünden bu yatırımlara dair dillendirilen eleştiriler kalkınmaya ve büyümeye karşı çıkmakla özdeşleştiriliyor.
Her türlü demokratik karar alma mekanizmasını dışlayan yatırım tercihleri, AKP’nin etrafındaki “uzmanların” görüşleriyle “bilimsel” ve “kaçınılmaz” bir hüviyete büründürülmek isteniyor.
Seçim kampanyasının televizyon reklamlarında AKP’ye yöneltilen eleştirileri karikatürize eden, basitleştiren bir kurgu, bu kurgunun içinden konuşan bir tipleme ve onunla kimi zaman alaycı bir dille muhatap olan, muhalife “hakikat” yolunu gösteren bir diğer aktör aynı karenin içinde yer alıyor.
Gençler, kadınlar, emekliler kampanyada en çok yer verilen toplumsal kesimler. Partinin küstürdüğü ya da kendinden uzaklaştırdığı seçmene seslenme ihtiyacı duyduğu aşikâr ama bu “seslenme” üslup olarak ya çok alaycı ya da çok didaktik ve buyurgan.
Reklamlarda “onlar” (şikâyetçi olan, eleştirel pozisyon alan) tutarsız ve mızmız bir tablo çizerken onlara “doğru yolu” gösteren, gerçekleri temellük etmiş bir yurttaş edasıyla tebliğ vazifesini yerine getiriyor.
Tebliğ eden kendisinin ürettiği değil, halihazırda üretilmiş olanı dillendirmekle yetinmek zorunda. Neticede tebliğ faaliyeti hedefini buluyor ve muhalif de “hakikati” görüp iktidar saflarına çekiliyor ya da iyiden iyiye karikatürleşiyor.
Bu kampanyanın alt metininde partinin demokrasiyi kavrayışına dair bir dizi ipucunu keşfetmek elbette mümkün. Siyaseti eşitler arası bir tartışma ve ikna etme/edilme pratiği olarak değil de tebliğ eden ile onun çağrısına uyan arasındaki bir ilişki biçimi olarak tahayyül ediyorlar.
Ortada gerçek anlamda bir “diyalog” da “çatışma” da yok. Bu nedenle de demokrasi, “uyanların” sayısını arttırma ve çoğunluğa referansla hükmetme işine dönüştürülüyor.
Yorgun kitle
AKP’nin seçim kampanyası boyunca izlediği strateji en çok kendi seçmenini yordu. Erdoğan, Davutoğlu ve ekibinin bizzat kendi koyduğu hedefe ulaşmakta zorlanacağını düşündüğünden Kuranla, bayrakla “sahalara” indi.
Bu esnada AKP seçmeni bir yanda Davutoğlu’nu diğer yanda Erdoğan’ı takip etmekle yükümlü birer mobil-yurttaşa dönüşüverdi. Parti teşkilatı, belediyeler ve bakanlıklar hangi mitinge kimi taşıyacaklarını şaşırmış durumdalar.
Erdoğan ve Davutoğlu mitingleri, sallanan bayraklar ve şarkılar dışında aynı görsel şablon ve organizasyon şeması içinde ve aynı iktidar dilinin gölgesinde gerçekleştiriliyor.
Sadece mobil yurttaşlar değil, televizyon başındaki AKP seçmeni de yorgun. Erdoğan “açılışlarda”, Davutoğlu mitinglerde peşi sıra konuşurken seçmen mütemadiyen hocasını/babasını izleyen bir talebe çocuğa dönüştürülmek isteniyor.
Hem Erdoğan hem de Davutoğlu, meydanlarda ve ekranlarda “paralel ile mücadele” ve başkanlık sistemi dışında kitlesinin önüne gündem getirmekte epey zorlanmakta. Geniş bir seçmen kitlesinin sonu gelmeyen mevcut temaşadan sıkıldığını tahmin etmek güç değil. Bunlardan çıkan sonuç, aslında partinin tek başına iktidar olarak devam etme olasılığının azaldığı.
AKP’nin seçim kampanyası bu gidişe dur demeye yetmez. Üstüne üstlük AKP, maddi imkânları kısıtlı olan HDP’nin kampanya başarısı altında çoktan ezilmiş durumda.
2011’de “haydi bir daha” şarkısı eşliğinde ülkenin tüm seçmenine birlik beraberlik çağrısı yapan AKP şimdilerde canımturkiye hastag’i ve seçim şarkılarıyla benzer bir mesajı vermeyi denese de, toplumun çok büyük bir bölümünü düşmanlaştıran, sapkın olarak gösteren iktidarın artık ciddi bir inandırıcılık sorunu var.
Bu nedenle AKP, aslen kendi tabanının erimesine engel olmaya çalışıyor. 7 Haziran gecesi tebliğ, “icraat” ve itaat üçgenine sıkıştırılmak istenen AKP seçmeninin kısmen başka tercihlere yöneldiğine şahitlik edebiliriz. B
elki de iktidarın cilalı imaj devrinde yaldızları çoktan dökülmüştür, ne dersiniz? (GGÖ/HK)
Türkiye Seçim Tarihi Yazı Dizisi
Tanzimattan Tek-Parti Dönemine Seçimler Üzerine Notlar
Kampanyalar ve Seçimler-1/ 1920'den Bugüne Nasıl Seçtik/Seçemedik!
1950-1960: Demokrat Parti'nin Üç Seçimi
1961-1969: İki Darbe Arası Üç Seçim
1973-1977: İki Seçim ve "Milliyetçi Cephe"ler
1983-1987: Altı Yıl Sonra Sandık Başı